Fransız reklamcı Jacques Seguela’nın “Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin… O Beni Genelevde Piyanist Sanıyor” adında çok keyifli bir kitabı vardır. Sadece reklamcıların değil, iş hayatındaki herkesin okuması gerektiğini düşünmüşümdür hep. Kitabın adı bile reklamcı olmak ve reklamcı annesi olmak arasındaki ilişkiyi biraz acımasızca da olsa özetler gibi.

Meslekten olanlar bilir; bizler için işimizin yeri ve zamanı yoktur. Malzememiz insandır, duygulardır. Bütün gün masa başında oturup tek bir satır yazamadığım halde, evde çok alakasız bir şeyle meşgulken, birden bilgisayarın başına koşup sayfalar dolusu yazdığımı bilirim. Ya da ekiple yapılan uzun bir mesainin ardından eve mutlu gidip heyecanla ortaya çıkan işten bahsettiğimde annemin yüzünde beliren şaşkın ifadeyi.

Reklamcı annesi olmak demek biraz da; mesleğine aşık bir insanın heyecanlı yaratım sürecine şahit olmak demektir ne de olsa. Zamanla alışırlar bu duruma ve yavaş yavaş hakim olmaya başlarlar jargona. İşte bu noktada gelişmeye başlar olaylar.

“O işin deadline’ı ne zamandı?” diye sordukları da olur, “sen küçükken de böyle şeyler uydururdun zaten” dedikleri de. Pantolonun ütüsü çift çizgi oldu diye ‘’Şunu bir revize et bakim!’’ diye uzatan anneyi de gördü bu gözler, ‘’Valla bu yaptığını babana söyler seni tt yaparım’’ diyeni de.

Anne olmak yaşı kaç olursa olsun evladıyla aynı dili konuşmak değil midir zaten?

İşte bu sebepten, bizimle hep aynı dili konuşarak empatik yeteneklerimizi geliştiren, varlıkları ve koşulsuz sevgileri ile bizlere ilham olan tüm annelerimizin Anneler Günü’nü kutlar, ellerinden öperiz.